London


Bahsetmek istedigim film hakkinda biraz bilgi edinmeye calısırsanız inanılmaz kotu yorumlar ile karsılacagınızı garanti ediyorum. İste tam da bu nedenden dolayı film hakkında yazmak kacınılmaz bir hal aldı.Filmin 'cok iyi' oldugunu dusunmemin yanında asıl ilgimi ceken sey Limits of Control'de de sorgulanan kontrol mekanizmasının varlıgı ve islevini cogunlukla yitirmis olması gercegi ile bir ornek sayesinde bulusuyor olmaktı.

Bir ressamın cıkıp 'en guzel renk kırmızıdır cunku ...' gibi bir fikir beyan etmesi ne kadar sacma ise goreceliligin yuksek oldugu konularda bir otorite yaratma cabası da o kadar anlamsız bence. Ciddi bir paradoks ile karsı karsıyayız. Toplumun buyuk bolumunun talep ettigi sey populer kultur ise bunun adı, arzın nedeni tabii ki tartısalamaz fakat bu konunun aslında zaman icinde sekillendirilmis normlardan kaynaklandıgı tartısılabilir. Yani var olan bir dayatmadan bahsedebilirz. Yani talep edilen sey aslında talep ettirilen sey ile ice ice gecmeye baslıyor. Kapitalist mekanizma surdurulebilir olmasını bir salgın gibi bulastıgı her alanda definisyonlar yaratarak saglıyor gibi geliyor bana.Sinema otoritesi,elestirmeni,palyocosu.

Felsefe hocam Mehmet Bey'in vakti zamanında dedigi gibi bir filmin gisede basarılı olması yani urunun satılması ıcın nasıl tuketıcının beklentilerini karsılamanız gerekiyorsa sinema tuketicisinin de karsılanması gereken beklentileri var ki film basarılı olsun. Oldukca uzun, maddelerden olusan bir liste hatırlıyorum. Mutlu son, ask, temiz ve moda kostumler, cinsellik vesaire diye uzayıp gidiyordu. Bu kadar olagan beklentilerin tabii ki psikolojik bir boyutu ve uzun yılların getirdigi kemiklesmis kosullanmaları da var fakat benim anlamadıgım tecavuze ugramamıs bir bilinc yoksunluguna sahip majoritenin talep ettigi otoritenin guzeli ve cirkini, iyiyi ve kotuyu belirlemesi. Bu da yetmezmis gibi arz talebi bir hayli geciyor. Nereye baksanız bu otoritenin etkisini fena halde hissediyorsunuz.

Empati yapma yeteneginiz yoksa film sizin icin sıkıcı olabilir. Buyuk bir bolumu tek mekanda gecen dusuk butceli fakat diyalogları ile kendini var eden bir filmden bahsediyorum. Kokainin pudra sekeri kadar saygınlıgının olmadıgı bir ortamda yeni tanısan iki karakterin birbirlerini karanlık tarafa goturuslerinin hikayesi diyebiliriz bu filme. Normal sartlarda uyusturucunun olmadıgı bir ortamda amerikalıların deyimiyle cheesy olabilecek felsefi tartısmalar karakterlerin bitikliginden haberdar olmanız sayesinde insanda garip duygular uyandırıyor.

Kendinize bile itiraf edemediklerinizi hic tanımadıgınız bir adama davet edilmediginiz bir partideki tuvalette uyusturucu sayesinde bagıra cagıra itiraf ettiginizi dusunun. Film basit senaryosunun yanında yumruk tadında diyaloglarıyla, masculin sertligiyle ve kısa sureli de olsa one cıkan iyi oyunculuklarıyla ilgiyi hakedecek bir film olduguna inanıyorum. Oyle bir noktaya getiriyor ki film sizi sonda artık mutlu ya da mutsuz son diye bir beklenti icine girmenin ne kadar gerzek bir takıntı oldugunu dusundurtuyor. Konusmak anlamsız, devam etmek zor.

Limits of Control



Jim Jarmusch'un uzun suredir beklenen filmi, Limits of Control burada biraz gecikmeyle de olsa festivallerde yerini aldı. IKSV'nin Akbank Gala programını dahilinde film suan gosterimde.Sunu da belirtmek lazım, TR'de Jarmusch filmlerinin vizyona girmesi pek olası degil ki Amerika'da bile sadece indie ve avrupa filmlerini vizyona sokan cok sevdigim,takdir ettigim Landmark Theaters sinemalarında ve benzeri alternatif sinemalarda film gosterildi.

Filmlerini anlamak icin Jarmusch ve felsefesi hakkinda belli bir birikiminin olmasi gerekiyor izleyicinin. Yonetmenin takintili oldugu konular zaten filmografiye hakim olan biri icin belli tekrarlari iceriyor yeni filminde. Uzun uzun anlatmak yerine kendi agzindan ve cok anlamli buldugum dusuncelerine goz atmakta fayda var :

Nothing is original. Steal from anywhere that resonates with inspiration or fuels your imagination. Devour old films, new films, music, books, paintings, photographs, poems, dreams, random conversations, architecture, bridges, street signs, trees, clouds, bodies of water, light and shadows. Select only things to steal from that speak directly to your soul. If you do this, your work (and theft) will be authentic. Authenticity is invaluable; originality is nonexistent. And don’t bother concealing your thievery—celebrate it if you feel like it. In any case, always remember what Jean-Luc Godard said: “It’s not where you take things from—it’s where you take them to.”


Sinemaya ve hayata bakisi ayni olan bir yonetmenin filmlerinde de cok dikte edici bir kurgu gormek mumkun olmuyor.Hatta kurgudan bahsetmek bile abesle istigal diyebiliriz. Hayati nasil beceriksiz kelimelerle ozetleyemiyorsak, Jarmusch filmlerini de ayni sekilde tanimlamaya kalkmak yersiz olacaktir. Insanin dogasi geregi sorgulama istegine, ona verilen her konu icin ayri hazirlanmis formatlar ket vurur. Ornekler, taslaklari, taslaklar ise formulleri yaratmistir. Kimine gore bunlar beklentiyi olusturan ve karsilanmasi durumunda hosnutluk yaraticilar, limitleri belirleyen bu formuller oluyor. Kimine gore aslinda tumumuze gore. Sadece bu kontrol mekanizmasindan uzaklasmaya, yasamin aslinda kesin bir oznel algidan ibaret oldugunu dusunen bir farkindalik gosterenler bir noktaya kadar varolabiliyor.

Limits of Control'un hissettirdikleri ve dusundurduklerinin yaninda filmin cikis noktasini olusturan Fransiz sair Rimbaud'nun 'Le Bateau ivre' (1871) 'inin baslangic dizeleri var ve eger izleyici kendini guvende hissetmek isterse bol bol bunlari hatirlamisinda fayda olacaktir.

Comme je descendais des Fleuves impassibles,
Je ne me sentis plus guidé par les haleurs

Siirin tamimina ve ingilizcesine de suradan: http://www.mag4.net/Rimbaud/poesies/Bateau.html

Film Jarmusch'un son filmi Broken Flowers gibi yine bir yol kurmacasi fakat BF'nin aksine kisinin ic dunyasina yapilan bir yolculuk yerine bu sefer daha genel hatta kitlesel bir alegoriyle karsi karsiyayiz. Tipki Rimbaud siirinde denize gonderdigi oyuncak geminin alegorik bicimde ruhani bir kesfi sembolize etmesi gibi filmin ana karakteri Bankole'nin de sembollerle dolu gorevi kolektif bilincin yansimasi. Amerikali yonetmenin filmlerinde ozellikle yer verdigi yabancilasma temasi yine dil uzerinden orneklendirilmis. Ana karakterin hic konusmamasi, karsisindaki farkli yabancilarin hep ispanyolca bilip bilmedigini sormasi ve Fransizca,Ispanyolca,Japonca,Ingilizce konusmalari ve buna ragmen suphesiz bir iletisim kurmalari yonetmenin hatiri sayilir zaman ayirdigi bir konuydu. Diyaloglar muzik,resim,film,sanat,bilim gibi konularda yogunlasirken her yeni algidaki diktasyon ne oldugu belirsiz kibrit kutulariyla degis tokus yapilan notlar vasitasiyla gerceklesiyordu. Zaten final de temizlenmis bir alginin, kontrolsuz bir alginin elde edilmis olmasiydi.

Goreve cikarken sunlarin bilinmesi gerekiyordu:

Use your imagination.
Everything is subjective.
He who thinks he is bigger than the rest, must go to the cemetary. There he will see what life really is. It's a handful of dust.
La vida no vale nada.

Bu cumleler defalarca karsimiza cikiyor. Ana karakter o an her kimden temsil ettigi seyi dinliyorsa, bunlar kayitsiz kalmasini sagliyor. Bir nevi anahtar gorevi goren dusunceler.

Bunlarin disinda Ana karakterin her karsilastigi sembol karakterin soyledikleri oznel kelimeler ki genelde 'bence' ile baslayan cumleler oluyor, konu hakkinda elde edinilmis kaliplar olmasinin yaninda dogru ya da yanlis diye bir yargiya varamiyacagimiz ifadeler. Her ne kadar onaylar gozlerle bakmamiz istense de aslinda filmin alt metnine sert bir dokunus yapiliyor. Dusunduklerimiz ve hissettiklerimiz kendimizi en manipule edilmemis sandigimiz alanlarda aslinda karsi koyulamiyacak bir kontrolun urunleri oluyor. Gordugumuz x sanatcinin y resmi veya su yonetmenin bu filmi veya su bestecinin z sonatasi baskalarinin bize hissettirdikleri. Ozumuzden ve tarafsizliktan cok uzagiz ama bunu farkedememek en buyuk savunma sistemimizin eseri. O yarginin bize oznel oldugunu sanmak tipki bildigimiz her seyin dogru oldugunu sanmamiz paradigmasi gibi.

Filmin felsefesinin disinda harika Ispanya ve Madrid sehri cekimleri, Schubert, LCD Soundsystem,Boris gibi soundtrackleri + Flamenco, her zamanki gibi filmin ritmini oldukca etkileyen ilginc muzikleri, kisa rolleri olmasina ragmen cok saygi duydugum isimlerin var oldugu bir cast'i (T.Swinton,Bill Murray,G.Garcia Bernal ) ki yonetmenin takintili oldugu cast'e iki yeni onemli ismin eklenmesi hos oldu, yine kahve (espresso) diyaloglari ve sonuc olarak ozgun bir sinema deneyimi vaad ediliyor.