1984


Gundemden kendini men etmek, tv ve hatta gazeteden kendini soyutlamak ne kadar deva oluyor bilemiyorum ama enformasyon yagmuru beynime mudahele etmeye devam ediyor. Yagmur yetersiz oldu, enfarmasyon asit saganagi seklinde guclenerek devam ediyor. Her yonden beyin zarıma carpan damlalar sanki hafızamı eritiyor, bilmek istemedigim, en ufak bir ilgi dahi hissetmediğim sacma sapan bilgilerle hafızamı ele geçiriyor, bildiklerimin yerlerini alıyorlar. Bu istila bende aşırı eylemlerle süslü hastalıklı fantazilere sebep oluyor. Öyle ki, bazen yerin altına bir sığınak inşa edip zorunda kalmadıkça oradan çıkmamak istiyorum.

Çok büyük bir ihtiyaçtır anlaşılmak insanoğlu için. Kendinizi sizi hayatta anlayabilecek sınırlı sayıdaki insan topluluğuyla birlikte hayal edin. Ama birisi kelimelerinizi çalmış, anlatmak istiyorsunuz, işte herkes orada bütün kulaklar sizde ama derin sessizlikler ya da kem kümler, hani vardı ya... Sizi siz yapan şeyleri çalıyorlar, bir kalıba sokuyorlar ve aynı kelimeleri kullanan, aynı şeylerden bahseden, aynı şeyi düşünen, aynı şeyi giyen, aynı şeyi bilen, aynı yemeği yiyen, aynı filmin aynı zombileri yapıyorlar. Dolly idi dimi o kuzunun adı? Onun ben...

Çokça kullanılır oldu topluluklar içinde yalnız olmak. Peki ya arkadaşım, dostum dediğiniz adamlara/kadınlara ne oldu? En son ne zaman birinin size bir şey kattığını hatırlar oldunuz? Sahip olmak, statü manyaklığı umut tacirlerinin malı olmuş, tüketmek takıntı halinde. Vaad edilen topraklar fersah fersah, yaşadığımız yer ise izbe bir bok çukuru. Bu umutmuydu bize şarkının bahsettiği yaşatan insanı? Hepimizin son kullanma tarihi geçti daha paketimiz açılmadan.

Buradan koca ülke nüfusuna kendisini sevmesemde 70 küsür yaşında bir siyasetçinin mahremini izleten kokuşmuş ve bir o kadar da aşağalık olan medyaya, tektip ve sansürcü faşist yönetimini sürdüren Big Brother'a, elimden kelimelerimi alan herkese tekrar tekrar teşekkürü bir borç bilirim. Toprağın bol olsun George Orwell.

"Özgür olmadıkları halde, özgür olduklarını sananlar kadar hiç kimse tutsak değildir." Goethe

I love u Bonus!


Pazartesi gecesi Cinebonus sinemalarında yayınlanan Georges Bizet'nin efsanevi operası Carmen'i Teatro alla Scala farkıyla izleme fırsatı bulanlardan biriydim. Oyunun sinema salonu ortamında izlenmesinin SWOT analizini daha ilerde yaparız fakat organizasyonun zenginliğinden bahsetmek isterim öncelikle.

Teatro Alla Scala, Avrupa'nın ve hatta dünyanın en önemli opera binalarından biri olup Milano şehrinde ikamet etmektedir. Takipçilerinin koca götlü, süpersonik zengin kesimden olup, haliyle kasım kasım kasılınan elitist bir ortama sahiptir. Binanın ve sahnenin büyüklüğü, locaların ve dekorasyonun şıklığı dillere destan olmakla birlikte, en önemli şefleri, yönetmenleri vesaireleri ağırlaması da ayrı bir güzelliktir.

Cinebonus sinemaları bir süredir pazarlamasını yaptığı opera ve bale gösterimlerinin yakın zamanda Verdi'nin Simon Boccanegra'sı ile üstelik canlı yayın yaparak açılışını yaptı.Yurtta olamayan ben, ayağımın tozuyla Carmen'i pazartesi akşamı izleme şansını bulduğum gibi bana eşlik eden arkadaşıma da şahane bir ortamda uyuklama fırsatı verdim. Nereden baksanız bir win&win durumu söz konusu.
İlk önce biletlerden söz etmek isterim. Fahiş olup olmadığı rahatlıkla tartışılabilecek bir fiyat söz konusu. En büyük salonda gösterilen opera için bilet başına 35TL uygun görülmüş.Zaten hafta içi 21.00-22.00 seansları son seanslar olduğunu düşünürsek sinemanın herhangi bir fırsat maliyeti (bknz. opportunity cost) yok. Fakat diğer taraftan kopyaları edinme maliyeti, gösterim sayısının azlığı, bazı gösterimlerin canlı olması ve bunun teknik altyapı maliyetleri vs. derken uygun bir fiyat olduğu da düşünülebilir. Benim gibi neredeyse bir audiophile iseniz kesinlikle bir operayı yerinde izlemenin yerini tutmanın yakınından bile geçmeyeceğini düşüneceksiniz ama yine de görüntü yönetmeninin bazen abartmakla birlikte manyak gibi çalışması da salonlarda göremeyeceğiniz detayları görmenizi sağlıyor, bunu da göz önüne almak gerek.

Mesela, ruh hastası şahsiyet Barenboim'in yönetimi sırasındaki ilginç mimiklerini opera binasında görmenize imkan yok iken (alt bir seviyede seyircinin göremeyeceği bir yerde bulunur orkestra ve şef) sinema gösteriminde yan flüt çalan bir ablayı nasıl tebrik ettiğini görmek paha biçilemez oluyor. Bir diğer detay ise oyunculara yapılan yakın çekimlerin hem dinamizmi arttırması, monoton sayılabilecek geçişleri hareketlendirmesi hem de çok ilginç detaylar ile karşılaşmanız. Don José rolündeki Jonas Kaufmann abinin dramatik bir sahnede düet sırasında salyalarının şıp şıp yere damladığını görüyoruz ve kendisine karşı karmaşık duygular besliyoruz mesela.

Bu imkanlara dvd formatında veya Mezzo adlı yarmış kanalda da sahip olabiliyoruz fakat sonuç olarak sinema > tv. Öteki tarafta bluray formatında özellikle bazı kopyaları için iddia edilen sıkıştırılmamış ses ve 7+1 formatı ile "sinemadan daha iyi" vaadi düşündürücü olabiliyorken bir kaydı sinemada izlemeyi hiçbir kişisel çabaya değişmeyeceğimi de belirtmek isterim.

Bu kadar klasikleşmiş bir oyun hakkında söylenecek bir şey yok herkes çok keyif alacaktır mutlaka (uyuklarken bile sırıtyordu arkadaşım). Mezzosoprano Anita Rachvelishvili oldukça başarılı genç bir şahsiyet ve Carmen rolünün hakkını her açıdan verdiğini düşünüyorum. . Don José rolündeki tenor Jonas Kaufmann'ın sesi bazen irite etsede bunun yeteneğinin eşi benzeri olmamasından kaynaklandığını düşündürttü bana.Sonuç olarak duayen olmamakla birlikte, naçizane fikrim bu yönde.

Gelecek programlar opera ve balenin seçkin eserlerini oluşturuyor. Baleyi şu yaşıma kadar sevememekle birlikte şansımı cinebonuslarda denemeye karar verdim. Bu kadar reklamı da baban yapmaz sana Cinebonus.

Not: Libretto bile dağıtıp her perdede ara vermeyi de ihmal etmediler. Aferin.

Detaylı bilgi ve program