Funny Games, Haneke tarafindan 2 kere cogu sinemaseverin kafasinda soru isaretlerine yol acacak bicimde ilki 1997 yilinda ikincisi ise US versiyonu olarak 2007 yilinda cekilmistir. US versiyonunu izlememden tam olarak 6 ay gecmis ve yaklasik bir kac saat once binbir cile ile edindigim 1997 versiyonunu izlemis bulundum. Gayet tabii ilk versiyonunun birebir bir kopyasi olmasi umdugum birsey degildi. Zaten Funny Games i cekmekteki amaci Haneke nin, bana kalirsa iste tam da bu bahsettigim hadiseyi, yani beklentilerimizi alip yerin dibine sokup sokup bize teslim etmek oldugunu anlamam uzun surmedi.
Filmin baslamasiyla, kisa bir karakter analizi yapma firsati buluyoruz. Elimizde cok tipik bir Alman cekirdek aile var. Tek cocuga sahip bu ailenin mumkun oldugunca tipik bir Avrupali ust-orta gelir grubuna dahil, alabildigine kafalardaki 'ideal', 'mukemmel' aile kavramlariyla ortusuyor olmasi titizlikle planlanmis. Baba karakteri Georg, guler yuzu, sakin tavirlari olan, cocugu ve karisi ile diyaloglarindan anlayabildigimiz olcude 'ideal' bir es ve baba figuru. Keza, sevimli ailemizin annesi Anna' nin da Georg'dan hic te asagi kalir bir yani yok. Bu ikilinin asklarinin meyvesi de teddy bear sirinliginde bir oglan cocugu. Ailenin civardaki komsulariyla iliskileri oldukca sicak, yarin golfte size soyle koyucaz, boyle koyucaz derken ki gevrek gevrek gulumseme de bunu ve yaninda sahte olagan iliskileri kanitlar nitelikte.
Karakterlerin bu kadar tipik olmasini ve ailenin bu kadar ideal goruntusunu destekler kivamda sahip olduklari da orta-ust sinif icin 'mukkemmel' kavraminin icini fazlasiyla dolduruyor. Maddesel ogeler ki bunlar yine tipik bir Avrupa cekirdek ailesinin mutluluga ulasmak icin sahip olma gudusuyle yasadiklari metaforlar, oldukca beklentilerimizi karsiliyor ve aileye olan sempatimizi arttiriyor. Gol kenarinda bir yazlik, buna cok sik bir sekilde eslik eden bir adet yelkenli, tipik bir station wagon aile arabasi, dublex, bahceli asiriya kacmayan bir ev ve onun onunde kucuk bir iskele. Bu ogelerin her ne kadar luksu cagristirdigini dusunsek te, yonetmen sadeligi ve basitligi on plana cikartarak asiri frapan durabilecek seylerin mizansene girmesine izin vermemis, buna cok basit bir ornek olarak ise filmin buyuk bir kisminin gectigi plan olan evin oturma odasi soluk bir sarinin dominant oldugu, tek duze mobilyalari ve minimum duzeyde dekor objeleriyle yaratilmis(minimalist). Tabiiki bu tabloya bir de sevimli kopek eslik ediyor heyecan yapmayin.
Butun bunlarin seyirciye verilmesi, ve basarili oldugu kadar her ogenin birbiriyle tutarli olmasi yonetmenin planladigi saldiri araci. Bu kadar kliselesmis bir ideal aile simulasyonu, seyircinin beklentisini kitlelerce kabul edilen, yarginin alistigi senaryolara saplayip birakiyor. Haneke bir tuzak kuruyor fakat beklentileri cok basarili bir sekilde manipule edilmis seyirci kendi iradesine dur diyemiyor; kurgunun illa ki bekledigi sekilde ilerlemesini istedikce istiyor, bekledikce got olup agiz dolusu kufurler ediyor. Evet, Haneke bir elmas berrakligiyla bunu yapiyor: Bizimle afedersiniz tasak geciyor.
Yonetmen Anna'nin bu iki seri katil modunda takilan lunatik pici eve almasini, uzun bir sure bizde "yok, yok abi kesin bisey yapmicaklar ama ne bok yemeye calisolar yahu?" sorularini ayni cikarim uzerinden saglamis ki bu en basit anlatimiyla bir sinif algisi oyunu. Katiller fazlasiyla aristokrat ve ust sinif goruntusune, ayni sekilde o goruntuyu dolduracak naziklige sahipler ve bunu kesinlikle elden birakmiyorlar. Bu da seyircide olusabilecek o sinifa dahil oldugunu algiladigimiz insan profilinin bir cani, bir psikopat olabilecegi beklentisini ister istemez engelliyor. Sorular soruluyor, tahminler yapiliyor, beklentiler hizla bosa cikiyor ve zavalli seyirci icin bu yukselen trend ayni ivme ile devam ediyor.
Yonetmenin seyirciyi oyuna dahil etmek icin kullandigi teknikler kulaga ne kadar ucuz gelse de yarattigi etki tam da aksi sekilde. Katillerin kameraya donup kurgu islenirken bizden de bir tahmin beklemesi, bir beyanda bulunmamiz istegi artik isyan cigliklarina yol aciyor. Bunlar arasinda ise bence filmin en zirve yaptigi nokta, Anna nin silahi alip sisko katili oldurdugu ve hemen arkasindan diger katilin assiiieee diyip televizyon kumandasini bulup sahneyi basa aldigi ve kurguyu kendi istedigi hale getirmesidir.
Bu kumanda mevzusu gorundugu kadar basit degildir. Daha once de vurguladigim sekilde seyircinin beklentilerini bosa cikarip bir ohhh cekmemize engel olmaktan cok da ote simgeler barindiriyor. Konformist ve materyalist bati kulturu, seyirciye sadece hayat standartlarini yukseltirken bu iki kavramin sisirilmesi gerektigini ogretmekten ote, bireysel mutlulugun da kisinin elindeki bu duzenin en ironik simgesi olan 'tv kumandasi' gibi metalarla saglanabildigi sonsuz imkanlar taniyor gibi gozukmektedir. Iste bu yanilgiya yapilan en absurd gondermelerden biri ile karsi karsiya birakiliyoruz. Haneke'nin ise " hahahha, bu sefer degil, seni pic!" ve benzeri nidalar attigina eminim.
Filmin basinda gordugumuz bir bicak vardi, izleyenler hatirlayacaktir cunku gozumuzun icine icine sokulmustur o sevimsiz bicak. Simdi size o bicagin huzun dolu hikayesini anlatacagim. Vakti zamaninda, Hollywood yapimcilari bir filmin gisede doksana takmasi icin seyirciyi belli acilardan tatmin etmesi gerektigini anlamistir.Bunu lisedeki cilgin felsefe hocamdan ogrenmis olmam gercegiyle yetinmeyip ayrica bknz. Robert Altman'in 'The Player' i. Arada hatirladiklarim ciplaklik, sir, ask, estetik vb. vb. fakaaaat en onemlisi nedir?! Mutlu son. Zikip atarcasina o bicagi filmin sonunda da Anna' nin elinden aliyor sempatik katilimiz ve saatin oldukca ilerledigini gorup gayet siklemez tavirlarla karakterimizi denize parmaklarinin ucuyla itip,ikili konusmalarina hic birsey olmamis gibi devam ediyorlar. Butun Hollywood basari kliselerinin, ki bunlar seyircinin beklentilerinin olusmasinda en buyuk etkenler, kaba alman aksaniyla aq mustur o bicak.
Filmin uzun tek planlarindan, rahatsiz edici ve absurd tarzindan, vesairesinden bibisinden didisinden vakit bulan seyirci farkedecektir ki, bicak simgesinde oldugu gibi bunlar yakin cekimlerle yapilmis, oldurme ve ciplaklik sahneleri sansurlenmis, diyaloglar olabildigince arindirilmis, mizansenler basitlestirilmis ve bunlarin yaninda tam da saheser bir ornek olan cocugun olmesinden sonra diger karakterlerin hic bir zaman gosterilmemesi planlanmistir.Anne, baba, cocuk lesi ve fonda rahatsiz edici, cirkin bir araba yarisi sesi hukum surmektedir. Algiya oynanmis, tek planlar ve uzun cekimler sorulan sorulari, cevapsiz birakmistir.Mutsuz son da bence toplu tecavuze ugramis beklentileri karsilayacak kadar gercekci ve yakisikli durur hale gelmistir.
Not: Neden Amerikan versiyonu olan 2007 Funny Games'i tekrar cekme geregini hissetmistir, bu sacmadir, olmamistir diyenler icin soyle bir yanitim olacak nacizane: Haneke nin elestirdigi duzen tam da Amerika cikisli salgini konu aldigi icin filmin en buyuk etkiyi yapacagini dusundugum yer de en tabiiki Amerika olacaktir. Gelgelelim, bu angut amerikalilarin Avrupa sinema orneklerinden diger butun sanat cesitlerinden oldugu gibi hic haz almamasi, sanat urunlerine kendi cabalariyla ulasip tercihlerini bunlara bulusmak icin kullanmayacaklari goze alindiginda sanirim Haneke'nin bu elestirisini tam da hakeden "ulus?" a ulastirmasinin tek yolu buydu. Bu kadar azimle sican, bir filmi iki kere bile ceker.
Notun notu: Fuck the american dream!
Funny Games: Kumanda
2010-01-06 | Boyle buyurdu draftbeer zaman: 12:58:00
Etiketler: Funny Games, Haneke
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder